Sözlü edebiyatın bolluğu ve zenginliği, yazılı edebiyatı gözden kaçırmamıza sebep olmamalı. Yazılı edebiyat, ilk kez Erzurum’da Rus konsolosu olarak vazife yapan Polonyalı A. Jaba tarafından günışığına çıkarılmıştır. O zamandan beri araştırmalar devam etmiş, bilgimiz genişlemiştir. Bu konuda Moskova’da yazılmış bir eser hakkında henüz bilgi sahibi oldum; fakat ondan önce basılmış olan en kapsamlı kitap, Bağdat’da 1933
senesinde Kürtçe olarak basılan olan Aladdin Secadi’nin Kürt Edebiyatı Tarihi dir. Bu kitap 634 sayfalık geniş bir eserdir. Yazar, edebiyatı ve üslupların gelişimini safha safha incelemektedir. Ardından, 24 şairi geniş bir şekilde tanıtır ve Irak ile İran’ın tüm yaşamayan 212 şairin eserlerinden örnekler verir. Nesir yazarlarına yer verilmemiş, bu konu daha sonraki bir cilde bırakılmıştır.
Burada tüm örnekleri nakletmek gibi bir işe girişmek mümkün değil. Ancak, okurların tüm edebiyatçılar yelpazesinde din adamlarının geniş bir yer tutuğunu öğrenmekle hayrete düşmeyeceğinden eminiz. Bu tabiidir ve kadim zamanlardan beri ve her yerde “ulema” arasında öğrenim ve şiirin elele gittiği bilinen bir gerçektir. Bu uzun listede şairlerin dini mensubiyetleri her zaman belirtilmemiş olmakla beraber, 50 molla, 31 şeyh, 5 mevlana ve 4 feqinin isimleri dikkat çeker. Bunların arasında 9 han, 3 emir, 11 bey ve kadın ismi de vardır.
Kürt edebiyatının kökenleri belirsizdir ve kesinliğe kavuşmamıştır. Bazı şairlerin yaşıdıkları dönem konusunda da tarihçiler her zaman aynı fikirde değildirler. Genel olarak, Kürt yazarlar, eserlere dair çok eski tarihler vermekle birlikte, bu kronoloji daima kanıtlanamaz. Bazı şiirler hakkındaki tarihlerde de aynı sorun karşımıza çıkmaktadır. Örneğin; Bay Socin’e göre Dımdım Destanı’nın şairi Mele Ehmedi Batê’dir (1417-1495). Oysa destana ilham olan olayın tarihi 1608 olduğuna göre, bu mümkün değildir. Benzer şekilde, 1481′de ölmüş olan üstadı Melayê Cızıri için bir mersiye yazmış olduğuna göre, Feqiyê Teyran’ın (1307-1375) yazmış olması mümkün değildir. Aynı şekilde Kürt Ronsardi Eli Vermuki’nin 11. asırda yaşamış olduğunu kabul etmek hayli zordur. Bu, pek çok tarihçi için meçhuldur ve ondan bahsedenler birbirlerini tekrar eder. Şairin kullandığı kelimeler ve üslubu üzerinde ciddi bir çalışma yapılacak olursa, mesele çözülebilir. Ancak, özgün metinler, Berlin bombardımanı sırasında kaybolmuştur. Bazı Kürt editörleri, eski edebiyatçıların metinlerini, modern okuyucu için daha anlaşılabilir kılmak maksadıyla hiç çekinmeden asrileştirebilmektedir. Ama bu başarıları, eleştirel incelemelere mani olmaktadır. Hemedan’lı Baba Tahir’in dört tasavvufi rubaisi karışık ve arkaik bir lisanla yazılmış olmakla beraber, Kürtler, bunları kendi edebiyatının bir örneği olarak kabul etmektedirler. Bu Gestes Şarkıları’nın, Fransız edebiyatına mal olmasına benzer. Fakat bunlardan yararlanmak için okunması bile gerçek bir öğrenimi gerektirmektedir. Kesin olan şu ki, Şeyh Ahmet Tekhti (1640 dolayları) ve Şeyh Mustafa Besarani (1641-1702) gibi bazı Gorani şairleri onu takip etmişlerdir.
Müphem kalan hususlar bir yana, Kürt edebiyatının klasik çağı 15. asırda başlar; bu dönemde mükemmel şairlerden oluşan bir galaksi ile karşılaşırız. Hepsinin üstünde ve hepsini geride bırakan isim, daha çok Cizreli Molla olarak bilinen Şeyh Ahmet Nişani’dir (1407-1481). Tasavvufi divan’ı, konuya yabancı olanlarca anlaşılması zor bir eserdir. İran tasavvuf geleneğine ait temaları işler. Sık sık yeniden yayınlanan Mevlûd’uyla ünlü Mela Ehmedê Batê, Eli Heriri (1426-1495), Mukuslu Mir Muhammed veya “Sinna Şeyhi’nin Tarihi” ve “Kara Süvari Tarihi” ile meşhur Feqiyê Teyran da onu ve ekolünü takib etmişlerdir.
Bir asırdan fala süren bir duraklamadan sonra, Kürt edebiyatının simalarında yeni bir yıldız doğmuştur: Hakkari kökenli Ehmedê Xani (1650-1706). Pekala Kürt milli tarihi olarak vasıflandırılabilecek Mem û Zin’in yazarıdır. Memê Alan destanının işlendiği bu eserde, destan klasik edebi kurallara ve İslami geleneğe uyarlanmıştır. Öğrencisi Beyazidli İsmail (1654-1709), pekçok gazelin yanısıra Gülzer adlı Kürtçe-Arapça-Farsça manzum bir lugat hazırlamıştır. Siyapuş, aynı dönemde yaşamış diğer bir şairin mahlasıdır.
17. asır pek parlak olmamakla beraber, Çölemerikli Şerif Han (1688-1748), Beyazidli Murad (1736-1778) ve Kürt dilinde bir benzeri daha olmayan tıbbi bir risale yazmış olan Erivaslı Molla zikredilebilir. Aynı dönemde, Hana-ê Abadi (1700-1750) ve Selevatname adlı eser ve lirik şair Mahzuni (1783) ile başlayan, Gorani dilinde dini nazım geleneği hızla yayıldı.
19. asırdan I.Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde çok sayıda şair yetişti. Bu dönemde iki akım tespit edilebilir. İlki: Dini ve tasavvufi gelenek, pekçok tekrar ve taklidiyle tasavvuf öğretilerini, Divanların beyitleriyle yaymaya çalışan şeyh ve mollaların yazılarında sürmekteydi. Bu akım, klasik İran şairlerinden çok açık bir şekilde etkilenmiştir. Nakşibendi Tarikatı’nı Kürdistan’da yayan Mevlana Halid (1777-1821), dini eserleri 20 cildi bulan Şeyh Maruf Nuri (1755-1837), Siirtli Molla Halil (1830′a doğru), Molla Yahya Mizuri, dava vekili Revanduzlu Mir Kor (1826-1889), Nureddin Bifirki (ölümü 1846) ve Xani’yi taklid ederek, Peygamber ve Kürdistan’ı metheden eserler veren Evdereham Aktepi özellikle zikredilmelidir. Süleymaniye şeyhleri de anılmalı. Bunlar; bu dünyanın azaplarına ağlayan Selim (1845-1909), Herik veya Molla Salih’i (1851-1904) taklid ederek sofi teorilerini savunan eserler veren Nakşibendi Mehri’dir (1830-1904). İran’da ise şairler daha verimlidir, örneğin; Sefi Vako (1808-1881) 20.000 beyit yazmıştır; Fatih Jibaru (1806-1876), Kürtçe, Arapça, Farsça ve Türkçe şiirler yazmıştır. Mevlevi olarak anılan, Molla Rehim Tevagozi (1806-1852) bir yenilikçidir, pekçok yeni fikrin babasıdır ve kafiyeleri farklı olan kıtalar yazmıştır. Nihayet, Ehli-hak mutasavvıfların defter ve kaleminden de sözedilebilir: 1852′de ölen Timur Kuli ve mirasçısı olan ve 1875′lere doğru yaşanmış olan Teyfur ve Derviş Newruz. Leyla ve Mecnun üzerine Kürtçe bir destanı Molla Velev Han’a (1876-1885 civarında) ve karısının ölümü üzerine yazdığı hareketli bir mersiyeyi Ahmed Bey Komasi’ye (1795-1876) borçluyuz.
İkinci bir cereyan ise, 19. asırda ortaya çıkmıştır. Lirizm hızla yayılmış ve vatanseverlik nihayet ve sürekli olarak şiirde yerini almıştır. Kısaca, Hakkarili Şah Pirto (1810), aynı dönemde yaşayan ve “Aşk ve Dostluk Kasidesi” ile meşhur Muhammed Ağa Caf; Kurdi (Mustafa Sahibkıran, 1809-1849); Salim (Abdurrahman Sahibkıran 1800-1866), pekçok türde usta olan Mufti Zehavi (1792-1890), Vefayi (Mirza Rahim 1836-1912) ve maharetli Edeb (Evdellah Bey Mizbah 1859-1912), hem lirik hem de tasavvufi ve vatanseverlik şiirleriyle ün kazanmışlardır. Şehrizor’lu Nadi (Mela Hizer 1797-1855), anavatanı Kürdistan’ı övmüş; uzlaşmaz Hacı Kadir Koyi (1815-1892) ise, bilimsel ilerlemenin verdiği ilhamla, molla ve şeyhlerin zihni uyuşukluğuna veryansın etmiş, şeyhlerin modern yaşama uyum sağlayamayacağını iddia etmiştir. Din adamlarını bencillik ve fikir hürriyetine mani olacak şekilde zihni tembellikle suçlamıştır. Şiirleri hala gençleri heyecanlandırmakta, ayağa kaldırmakla, materyalist felsefesine rağmen (veya bu sebeple), bugünkü şairleri bile etkilemektedir. Şeyh Rıza Talabani’den (1835-1910) ayrıca sözetmeli; Talabani, tuhaf bir şahsiyet, tuhaf olmakla beraber, bir agnostiktir. Yalnızca Kürtçe değil, Farsça ve Türkçede irticalen şiir söyleme kaabiliyetine sahipti. Kısa hicivlerin kendine has bir tadı ve cazibesi vardır. Genellikle derin bilgisini sergiler, bazen öğreticidir; fakat zaman zaman kabalığa ve alaycılığa kayar. Ancak, hala Iraklı Kürt şairlerinin en iyi bilinenlerindendir.
Yeni Dönem: 1920′den GünümüzeOsmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesinden sonra, yeni devletlerin kurulmasıyla Orta Doğu’ya hayli değişiklik getirmiş olan I. Dünya Savaşı, Kürt edebiyatını da etkiledi. Önceleri İstanbul, Kürt münevverlerinin biraraya geldiği ve eserlerini neşrettikleri bir merkezdi. Bugün ise, Kürt edebiyatının odak noktası Irak’a ve özellikle başkent Bağdat’a kaymıştır. Ancak tek merkez burası değildir. Lakin Kürt edebiyatına ivme verebilecek olanlar, sadece Kürt dergilerini yayınlayanların çabalarıdır; eski şairlerin eserleri ve yeni yazarların ürünleri, bu dergilerde sergilenmektedir. Düşmanlıkların sona ermesi ile birlikte, Kürt yayıncılığı ve dergiciliği, Irak’ta, başta merkezleri olan Bağdat, Kürt miliyetçiliğinin ocağı Süleymaniye, Revanduz ve Erbil olmak üzere, serbestçe gelişmeye başladı. Çoğu kısa süreli olduğundan hepsini sıralamak gereksiz. Fakat, edebi ve sosyal değerlerini gözönünde tutarak bazıların kısaca tanıtalım. Süleymaniye’de çıkan Jin adlı haftalık dergi, 1924′den beri aksamadan yayınlanmıştır; 1939-1949 arasında Bağdat’da Gelawej; 1954′ten beri Erbil’de Hetaw yayınlanmıştır. Sovyet Ermenistan’ında, 1929′dan beri Erivan’da Rêya Teze; İran’da 1959-1963 arasında Kurdistan yayınlanmıştır. Bedirhan kardeşler Şam’da 1932-1935 ve 1941-1943 yıllarında Hawar’ı (57 sayı), 1942-1945′de Ronahi’yi (28 sayı); Beyrut’da 1943-1946′da Roja Nû’yu (73 sayı) yayınladılar. Kürt Demokrat Partisi, 1958′den beri Xebat’ı yayınlıyor. Bugün, Kürt edebiyatı sadece Sovyetler Birliği ve Irak’ta kazasız, belasız yaşayabilmektedir. Şimdi bu dönemi inceleyebiliriz.
Nesir
Nesir, uzun zamandır hayli fakir bir alandı; ancak I. Dünya Savaşı’ndan beri yabancı edebiyatla ilişki sayesinde gelişebildi. Bu gelişme, Kürtçeye yapılan tercümelerden kaynaklanmıştır. Tercüme gayreti, kelime haznesinin yenilenmesini, çağdaşlaşmasını ve zenginleşmesini sağladı. Kürt okuyucular bu yolda, Kürdistan’a yabancıların yaptığı seyahatlerle ilgili değerlendirmeleri okuma fırsatı buldular. Özellikle Rich, Milingen, Hobbard, Lord Curzon, Freya Jtark ve benzerlerinin gözlemlerini okudular. Özellikle tıbbi alanda bilimsel makaleler ve dünya edebiyatından örnekler tercüme edildi. Sovyetler Birliği’nde Rusça ve Ermeniceden yapılan tercümeler, Marks, Lenin ve Stalin sözkonusu olduğunda bile, sadece nisbeten önemli alıntılarla sınırlıdır. Burada, Puşkin, Lermontov, Tolstoy, Gorki, Taumaninan ve diğer Rus, Sovyet yazarlarından pek az sayfa tercüme edilmiştir. Lübnan’da Victor Hugo, Daudet ve Lamennais’den pek az pasaj tercüme edilmiştir. Irak’ta ise Arapça ve İngilizceden bazı metinler tercüme edilmiştir; ancak burada, mütercimler daha cesur, daha ehliyetlidirler ve kısa pasajlarla tatmin olmazlar. Gerçekten de, Shakespeare’nin “Fırtına”, Voltaire’in “Zadig”, Gorki’nin “Palto” ve Corcis Zeydan’ın “Selahaddin’in Hayatı” gibi eserleri tamamen tercüme etmekten kaçınmamışlardır. Bu kuşkusuz daha ilginç ve daha öğretici olmaktadır.
Kürtlerin kendilerini daima rahat hissettikleri bir alan ise tarihtir. Cizreli ibn Athir (1160-1234), Erbilli ibn Xalikan (1209-1282) ve Selahaddin ailesinden Abdul Fida (1273-1331) gibi Kürt tarihçilerinin, umumi tarih sahasındaki eserlerini Arapça olarak kaleme aldıkları doğrudur. Diğer taraftan Şerefhan Bidlisi ise, Şerefname (Kürtlerin Tarihi 1596) adlı eserini Farsça kaleme almıştır. Bu temel kitap, yakın zamanlara kadar Arapçaya çevrilmemişti. İlk kez M. J. B. Rojbeyani tarafından yapılan tercüme 1953′te Bağdat’ta ve M. Eli Evni (1892-1961) tarafından yapılan diğer bir tercüme ise 1958-1960′da Kahire’de basıldı. Evni, Arapça’ya başka Kürtçe tarih kitaplarını da tercüme etti. Bu tarih yazıcılığı mirası, Kürtler tarafından ihmal edilmemiştir. Yaptıkları önemli çalışmalarla Kürt ve Kürdistan tarihine hayli ışık tutmuş üç Iraklı Kürt yazarının ismini zikretmek yeterlidir. Hüseyin Hüsni Mukriyani (1886-1947), M. Emin Zeki (1880-1948) ve Refik Hilmi (1961). R. Hilmi, Şeyh Mahmut isyanları üzerine bir çalışma yapmıştır. Dr. Nuri Dersimi ve Albay A. Yamulki ise, Dersim tarihi ve Kürt isyanları üzerine Türkçe eserler vermişlerdir (1957). M. Brifkani (1953), M Ciyawok (1954) ve Hasan Mustafa (1963) ise Barzani hareketleri üzerine Arapça eserler vermişlerdir. İran’da ise Kürt yazarlar Raşid Yasimi (1940), İhsan Nuri (1955) ve Muhammed Marduhi Kürdistani tarih çalışmalarını Farsça kaleme almışlardır. Bu kitaplar yakın dönemde, ilk ikisi Dr. A. Müftizade tarafından Kürtçe’ye ve üçüncüsü M. Fida tarafından kısmen Arapça’ya tercüme edilmiştir (1958). Tezat bir şekilde, Ermenistan’da yaşayan N. Mahmudov, Kürt halkı üzerine yazdığı Kürtçe kitabını 1959′da, Erivan’da yayınlamıştır. Kürt yazar, Muhammed Mukri’nin Ehli Hak üzerine Fransızca kaleme aldığı dini ve sosyolojik çalışmalar da zikredilebilir.
Pek az Kürt, Kürdistan’ın içlerine yolculuk yapmış, gezi ve gözlemlerini kaleme almıştır. Elimizde, Ali Seydo’nun 1939′da Arapça ve E. Sacadi’nin 1956′da Kürtçe olarak kaleme aldığı gezi notları bulunuyor. Goran’ın Hevraman’a yaptığı seyahatın notları, Kürtçe ve manzumdur (1933).
Sovyet Ermenistan’ında iki yazar, propaganda unsurlarıyla dolu olmasına rağmen canlılık ve renklilikten mahrum olmayan, hayat hikayelerinı yayınlamış bulunuyorlar.
Kürt Çoban’ın (1935) yazarı Ereb Şemo, 1958′de Berbang (Şafak) başlığını taşıyan bir kitap yazdı. Aynı yazar, yalnızca başlangıcını Sovyetler’de yazdığı Mutlu Hayat adlı eserini ise 1959′da yayınladı. 1947′de ölen Vezir Nadir ise, Sefaletle Öğrendik adlı aynı türde bir eser verdi. E. Avdal’ın “Transkafkasya Kürtleri’nin Tarzları ve Adetleri” ise maalesef Ermenice kaleme alınmıştır.
Edebiyat eleştirisi, edebiyat tarihi ile yakın ilişki içindedir. Genellikle makale ve notlar üzerine ürün verilmekteyse de, bu, Celadet Bedirhan (1893-1951), Yunus Rauf (1917-1943) ve Cemil Bendi Rojbeyani gibi, özellikle Zengene, Kelhur ve komşu aşiretlerin yazar ve şairlerine eğilmiş otoritelerin dahice eserleri için söylenemez. M. Haznedar, çeşitli şiir antolojilerine önsöz yazarak katkıda bulunmuş ve Kürt şiiri üzerine bir inceleme yayınlamıştır. Sovyet Ermenistan’ında iki genç münekkid dikkat çekmektedir; Emerik Serdar ve Ordihan. Fakat bu sahanın yıldızı, Iraklı Kürt Alaaddin Secdi’dir; Kürt Edebiyatı Tarihi (1952) adlı eseri, akademik ve kültürel bir abidedir. Kuşkusuz bu eser hata ve noksanlıklar içermektedir. Ancak bir bilgi hazinesi olduğu da kesindir. Ele aldığı yazar üzerine şiirsel bir nesirle yazdığı bir medhiye ile başlamakta, kısaca hayatını anlatırken, kronolojiye ve zaman-mekan ayrıntılarına özel bir dikkat sarfetmektedir. Ardından, özellikle hala yayınlanmamış olan eserlerinden geniş alıntılar yapmakta, daha sonra yorum yapmaktadır. Eğer eser, Irak’ta kullanılmayan bir lehçeyle, mesela, Goranice yazılmışsa, tam bir tercüme yapar. Gerektiğinde sunulan eserin baskılarını da verir.
Nesir olarak yazılmış edebiyat harikalarına geçebiliriz. Masallar ve kısa hikayeler. Bunlar çok sayıdadır ve çoğunluğu, gençlerin maharetlerini sergilediği dergilerde yayınlanmıştır. Kısa hikaye ve masal konularında harikalar yaratan Kürtler’in kökeninden, tamamen tabii bir şekilde akmaktadır. Bu sahada sivrilmiş yazarların bir listesini vermek niyetinde değiliz; kaldı ki, pekçok ismi de biliyoruz. Ancak, Irak’lı Kürtler arasında M. M. Emin, M. J. Wurdi, K. G. Baban ve aynı zamanda çok iyi bir mütercim olan J. A. Nebez anılmalıdır. Ortadoğu’da yayınlanan Kürtçe dergilere geçmişte katkıda bulunmuş yazarlar hakkında daha fazla bilgiye sahibiz; ahlaki dersler veya güzel hayvan masallarının yazarı M. E. Boti, okuyucuların zihninde yeni fikirler açan Kadri Can; Lausanne’da Momier’min şahsiyetçiliği üzerine bir doktora tezi yazmış olan ve hikayelerinde daima vatansever bir koku yeralan Dr. Nureddin Yusuf Zaza. Osman Sabri’den ayrıca sözetmek gerekir. Daha ziyade maceralı ilişkilerden ve yurttaşlarının adetlerini naklederken haz duyan Sabri, Selahaddin ve Napolyon üzerine tarihi makaleler yazmıştır. Av hikayeleri, kendine has bir renk taşır. Basit ve dolaysız tarzı, geniş hayat gücüyle gözümüzün önüne yaşam dolu sahneler getirir. Kendisini günümüzün en büyük nesir yazarı olarak selamlıyoruz. Daha sonra bir yazar olarak değineceğimiz Cigerxwin, 1946′da, Cim ve Gülperi adında genç bir çiftin sıradan maceralarını anlattığı uzun bir hikaye yayınladı; kendisi bunu roman olarak değerlendirmede hatalıdır. Sovyet Ermenistan’ının pek nesirci yetiştirmemiş olması üzücüdür. Ancak, Yeni Bir Sabah (1947) ve Kürt Halk Hikayeleri (1959) yazarı H. Cındi ve Damê Xatê (1959) ile Uyanış (1960) yazarı Evderehman zikredilebilir. Gerçekten de çok üretken bir yazar olan ve edebiyat tahlilleri, masallar, felsefe, fikir ve tarihin harmanlandığı kısa hikayeler içeren, üç ciltlik Makale ve Yazılar’ın (1957-1958) yazarı E Secadi’nin “İnci Dizisi”, kendi türünde eşsiz bir eserdir.
Tüm bunlar bir gerçeği ortaya koymaktadır; bazı önemsiz denemelere karşın, Kürt edebiyatında roman yoktur. Aynı şekilde, tiyatro eserlerinin de mevcud olmadığı söylenebilir. Bazı hamilerin yardımıyla bazı girişimler yapılmışsa da, bu fazlailerlemedi. Oysa, roman ve dram için konu yokluğu sözkonusu değildir. Kürt halkının tarihi, efsane ve destanları, feodal imtiyazlar ve başlık parası gibi eski adetler ve hatta modern psikolojik ve toplumsal durumların yarattığı duygusal, bilinçsel ve ahlaki çatışmalar pekala malzeme olabilir. Lakin, bu hakiki veya efsanevi olguların, sanatsal hayal gücüne dayalı yaratıcılık sahasında işlenmesi ve rasyonel olarak bu sahaya uyarlanması, bir kaç kıta yaratmak için gerekli olandan daha fazla çabaya ihtiyaç duymaktadır. Bugüne kadar eksikliği çekilen de budur. Fakat aynı husus, Araplarda dram sanatı için de söylenebilir.
Nazım
Kürt edebiyatında nesir yazarlarının artış göstermesi nedeniyle, şiirin kaybolmakta olduğu sanılmasın. Bu gerçekten hayli uzaktır. Şeyhler, tasavvufi şiirsel kaygı ve tasarımlara yönelerek dengeyi tekrar tesis etmişlerdir. Özellikle Irak’ta, büyük bir kısmı elyazmaları halinde bir köşede kalmış bulunan 19. asır şiiri 1920-1939 senelerinde yayınlandı. Mehvi’nin şiirleri 1922′de, Nali, Kurdi ve Hacı Kadir Koyi’nin 1931′de, Salim’in 1933′de, Talabani’ın 1935′de, Edeb’in, 1936 ve 1938′de Herik ve Mevlevi’nin 1938 ve 1940′da yayınlandı. Kürt şairlerinin hayli açıklayıcı müstear isimler kullanmakta oldukları dikkat çekicidir. Aynı dönemde, Emin Fevzi (1920), Eli Hemal Bakir (1938), Mela Ebdılkerim (1938) ve Refik Hilmi (1941-1956) sayesinde, eski şairlerin antolojileri de günışığına çıktı.
Fakat herşey gibi Kürt şiiri de değişmektedir. M. A. Haznedar, 1962′de kafiye ve vezin üzerinde özellikle durduğu ve münevver Arap ve Fars şiirinin karışık kurallarını izleyen kadim veya klasik şiirle, ölçü ve biçim açısından daha serbest olan modern şiiri mukayese ettiği harika bir inceleme yayınladı. Genç kuşak, yeni tarzı yeğlemektedir.
Tamamen tasavvufi eserlere gittikçe daha nadiren rastlasak da, bunlar bütünüyle kaybolmamışlardır; Kake Heme Nari (1874-1944), hala Allah aşkı ve yalnızlık üzerine şarkılar söylemektedir. Dahası Iraklı, Suriye veya Sovyet ülkelerinin vatandaşı olsun, hiçbir şair tek telden çalmaz; havaya girdiklerinde, bazen lirik, bazen adanmış, bazen vatansever şairler olarak karşımıza çıkarlar. Bu nedenle, bunları kategorik olarak sınıflandırmak bir hayli zordur.
Öğretmenlerden henüz sözettik. Pekçoğu hemen her zaman fabl türünde didaktik eserler vermişlerdir. Osman Sabri’nin (kendisi öğretmen değildir) Suriye’de yaptığı ve genç Sovyet yazarlarının yapmakta olduğu budur. Yazarken zihinleri öğrenciyle meşguldür ve eserlerinde ahlaki dersleri veren tınıları algılamamak mümkün değildir. Bu her zaman büyük şiir değildir; ancak, genellikle basitlikten ve canlılıktan kaynaklanan bir kalite sergiler.
Gerçek şairler, lirik eserler verir; aşk, aile, tabiat ve harikalarını, çalışma ve gündelik hayatın şarkılarını söylerler. Irak’ta şair-i azam, Kürt toprağının güzelliklerine ve tarihine duyduğu aşkı, genç kalplere aktarmayı bilmiş olan Piremerd (ihtiyar) Hacı Tevfik’tir (1867-1950). Ziver olarak tanınan Evdellah Muhammed (1875-1748) de, gençlerle ilgilenmektedir; tabiatı ve memleketinin cazibelerini şiirleştirdiğinde derin hisleri ayağa kalkar ve okurun hislerini de ayağa kaldırır. 1900′de doğmuş olan Kani veya Muhammed Şeyh Evdal Kadir, yurdun çeşitli mest edici sahnelerini, bir kısa cüzler dizisi aracılığıyla tasvir etmektedir; bu cüzlerin isimleri de gönlü ve ruhu okşayan ıtırlar gibidir: Mervan’ın Gülbahçesi (1951), Germiyan Ovası (1955). Bêkes, Faik Evdelah’tan (1905-1948) hayli farklı bir şahsiyettir. Bêkes, Verlaine gibi sadece şiir için yaşamış, fizik ve moral bedbahtlığına rağmen genç kuşakları adalet, iyilik ve vatan için mücadeleye sevketme uğraşını asla bırakmamış, çok eza görmüş, talihsiz bir hayat sürmüştür. Şahkir Fatar, 1924′de Kufri’de doğmuş olan Neriman (Mustafa Seyid Ahmed) ve 1926′da Kameran’da doğmuş olan Resul Bizar Gerdi gibi genç şairler, saleflerinin izinden gitmektedirler.
Sovyet Ermenistan’ında ise, eski efsaneleri derlemeye ve daha kişisel eserleri derlemeye girşmeden önce, akademisyenler için yazmaya yönelmiş, kıymetli bir grup mevcuttur. 1906 doğumlu H. Cındi ve 1910 doğumlu Eminê Evdal’ın kendileri de öğretmendir ve şiirlerinde akademik bir tad sezilir. Mikail Raşid, daha genç görünmektedir ve Kalbim (1960) adlı hayli ustalıklı bir şiir örneği vermiştir. Gerçekten de, mısralarında çeşitli teknikleri sergilemekte ve sekizlik kıtalarından sıcak duygular taşmaktadır. Fakat, bütün olarak bakıldığında, şiiri ideolojik ve komünist idealizmini yansıtmaya yöneliktir. Yine de, 1908 doğumlu Casımê Celil gibi, o da parlak bir şairdir. Celil, yıllık Sovyet Kürt yazarları antolojilerinin resmi editörüdür. Doğal olarak, kendi eserleri de bu antolojide yeralmaktadır. Kendi şiirlerini topladığı eserleri de vardır; Alagöz, (1954) ve Günlerim (1960). Farklı baskıları karşılaştırmak ilginç olacaktır, zira, her biri geniş bir şekilde yeniden işlenmiştir. Sanatsal bilincinin bir işareti olarak, eserlerini neredeyse yirmi defa yeniden dokumuştur. Bu iki cilt, şiirsel ve ustalık bakımından daima mükemmel olmasa da, sıradanlıktan ustaca kaçış denemesini sergilemektedir. Bir sevgilinin, şu meydan okumasında da bu görülmektedir:
Ben vahşi bir gül goncası;
Parlaklığını verir bana
güneş,
Parlaklığını yağdırır çiy damlaları.
Parlaklığını verir bana
güneş,
Parlaklığını yağdırır çiy damlaları.
Dokunmazsan bana,
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Ben bir yaban gülü, dağların gülü…
Senden uzaklardasın sen.
Çiçekler sevda okşayışlarında.
Aşkla yumuşasın, köklerimi saran toprak
Senden uzaklardasın sen.
Çiçekler sevda okşayışlarında.
Aşkla yumuşasın, köklerimi saran toprak
Dokunmazsan bana,
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Ben bir yaban gülü, dağların gülü…
Senden uzaklardasın sen.
Ey hassas bahçevan, gülden anlayan…Gel kopar beni, aşır beni dağlardan.
Senden uzaklardasın sen.
Ey hassas bahçevan, gülden anlayan…Gel kopar beni, aşır beni dağlardan.
Dokunmazsan bana,
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Cesursan, aparırsın beni uzaklara;
Hoş edersin gönlümü,
Bir taze gelin gibi.
Hoş edersin gönlümü,
Bir taze gelin gibi.
Dokunmazsan bana,
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Çiçeklenemem ya;
Dokunmazsan bana,
Mahrum kalırsın kokumdan.
Emir Kamuran Bedirhan da, dilbilimsel ve siyasi faaliyetleri dışında, güzel şiirler yazmıştır. Çok sayıda derleme yayınlamıştır. Okul çocukları için Çocuklarımın Kalbi (1932), Fransızca ve Almancaya tercüme edilen Işık ve Kar (1935) ile mizahi Hayyam Rubaileri (1938). Aşk temasını işleyen bu lirik mısralar, büyük bir duygu inceliği, kendine has bir hayal gücü ve etkileyici bir ifade usülü sergilemektedir.
Temelde lirik olan bu şiirlerin yanısıra, toplumsal içerikli, “adanmış” eserlerle de karşılaşmak şaşırtıcı olmamalı. Çünkü, şairler daima yeniden doğuşu vaazdeden, geçmişteki istismarı eleştiren ve gelecekteki mutluluk ihtimallerini sezen peygamberler olagelmişlerdir. Sovyet şairlerinde sıklıkla tekrarlanan temalar, önce kadının özgürleşmesi, feodal sömürüye son verilmesi, dini ibadet ve inançların kökünden sökülüp atılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Yazarın bu temaları vurgulamadığı bir derleme bulmak mükün değildir. Etar Şero, dörtlüklerinin hemen hemen tamamında, Kürtlerin eski devirlerdeki halini işlemektedir; cehalet, sefalet, baskı ve tekrar tekrar kaldırılması gereken bir kölelik kalıntısı olarak gördüğü başlık parası ödeme adetine döner. Bu, diğer şairlerin de sıklıkla işlediği bir nakarattır adeta. Öyle ki, bu adetin kökünün kazınmasının hayli zor olduğu anlaşılır. Usıv Seko, “Sihid” adlı şiirinde, zenginlerin ve tacirlerin zorbalığı karşısında, fakirin daima kurban olduğu toplumsal çöküş halini tasvir etmektedir. H. Cındi ise, feodalizmin sınır tanımaz adaletsizliğine karşı, sınıf mücadelesini desteklemektedir; mazlumların safında heyecanlı bir tepki oluşturmayı da başarmaktadır. Uzun şiiri “Gülizar”ın konusu budur. Sonuçta aşk, feodal istismar, aşiretsel kan davası, kaba başlık karşısında aşk, milli savaş, hürriyet mücadelesi sayesinde üstünlük sağlar. Vezir’in, Nado ve Gülazır’ın maceralarını anlattığı eserinde de aynı olgu takdis edilmektedir.
Hêvî Gazetesi, 3-9 Ocak 1997, Sayı: 50
Kaynak: Thomas Bois – The Kurds (Kürtler), Beyrut, 1966
İngilizce’den çeviren: B. Peker
Kaynak: Thomas Bois – The Kurds (Kürtler), Beyrut, 1966
İngilizce’den çeviren: B. Peker
Bu yazı, Mehmet Bayrak’in Kürdoloji Belgeleri adlı kitabından alınmıştır.